Biz Birlikte Güçlüyüz / YOZGAT Sevgi Evleri- - konu1
   
  anasayfa
  bakanimiz
  Valimiz
  sevgievlerinedir
  misyonumuz
  tuzuk
  yonetimyapisi
  hikayevesiirler
  bunlaribiliyormusunuz
  peygamberimizinsozleri
  mehmetciksiirleri
  Arama Motoru
  is sorgulama
  Canlı Destek Hattı
  zekatesti
  videolar
  resimler
  GALERİ-2
  TOP LİSTE
  www.shcek.gov.tr
  TEST
  YÖNETİCİLERİMİZ
  iletisim
  hakkimizda
  Dr.İsmail BARIŞ
  cocukhaklari
  Siteler Arasi Yarisma
  Kayıtlı Kullanıcı Girişi
  Dost Siteler
  Sayac Ekle
  Siteler Arasi Yarisma Hakkinda
  Oylamadaki Siteler
  Radyo
  Deneme
  DESTEK VER
  Haberler
  Hakkımızda
  Testtt
  sondakika1
  sondakika2
  sondakika3
  bakanlik
  haber1
  mynet
  mynethaber
  mynethaber2
  spor
  iddaa
  Yeni sayfanın başlığı 504
  reklamiletisim
  mynet3
  mynet4
  mynett5
  mynet5
  Yapım Aşamasındayız
  konu1
  konu2
  konu3
  kimsesizcocukbakimi
  prdegeri
  Forum
  Yeni sayfanın başlığı
  haber2
  haber3
  haber4
  haber5
  nerjersey
  radyodeneme

KİMSESİZ ÇOCUKLAR


KİMSESİZ ÇOCUKLAR


Yetim derler onlara. Çok eskiden sübyandı adları. Sübyan mektepleri vardı. Ama şimdi kimsesiz çocuklar diyorlar onlara. Kimsesiz olmak. Hiç kimsesiz. Köksüz, köceksiz. Annesiz, babasız ve kardeşsiz. Nerden gelip nereye gittiği belli olmayan yolcular gibi. Birazda yılkı atlarının kaderi.

Onların göğsüne yaslanıp ağlayacakları bir anneleri hiç olmadı olmayacak ta. Onlar hiç kimseye naz, kapris yapamayacak. Onlar hastalanınca hiç kimse yavrum demeyecek ve hiçbir kadının gözlerini endişe kaplamayacak ve onlar bu endişeyi hiç görmeyecekler. Onlar ait olma duygusunu bilmeyecek. Onlar paylaşmayı da bilmeyecek. Onlar bir sofranın etrafında bir iftar açmanın hazzını da yaşamayacaklar anne baba ve kardeşleriyle.

Onları banyoya hep yabancı eller sokacak ve hoyratça sıcak sular dökecekler üzerlerine. Onlar aile duygusunu sanal alemde yaşayacaklar. Onlar okuldan çıkınca dumanı tüten bir gecekonduya burası benim evim diye hızlı hızlı bir an önce kapısını çalmak ve içeri girmek için yürüyemeyecekler. Onlar bayram sabahlarını bir sofra başında yaşamayacaklar. Onların bayram sabahları tören şeklinde olacak. Görevlilerin bir an önce bırakıp evlerinin yolunu tutmak istedikleri törenlerde büyüyecekler

Onlara kimsesiz çocuk diyecekler. Onları hep potansiyel suçlu olarak görecek toplum. Üf diyecek birileri. Birilerinin hep canını sıkacaklar. İtilecekler kakılacaklar. Anneleri ve babaları küfür yiyecek hep, onlara beddua edilecek. Eğer yoksa bir sarı fotoğraf ölene kadar anne ve babalarının yüzlerini merak edecekler. Ve ölüm korkusu sarınca ve ölümün farkına varınca, hiç olmazsa anne ve babamın yüzünü göreceğim diye ölüme sevinecekler.

Çocuklarımız. Onlar hepimizin çocukları. Öncelikle toplumumuzun bir sorunu haline gelen "insan erozyonu" kavramının çok az sayıda insanımızın farkında olduğunu ve kimsesiz(bir anlamda yetim), yardıma muhtaç çocuklarımızla çok az sayıda insanın doğrudan iletişim halinde olduğunu söylemek istiyorum. Ve bu gerçekten canımı acıtıyor.

Tok açın halinden anlamaz misali, gerçekten tüm insanlık kabuğuna çekilmiş gibi gözlerini tek bir yere dikmişler, dengeden haberleri yok..Acı verici olan ise bir yanda her gün bir umutla uyuyan yardıma muhtaç, onlarında bizim gibi bir kalbi, bir beyni ve organları bulunan birçok anlamda kimsesiz çocuklarımız ve bir yanda ise gerçekten dengeyi sağlayabilecek ve onlara yardım elini uzatabilecek vatandaşlarımız.

Ha !!! sakın yanlış anlamayın. Halbuki onlar dünyanın en güçlü, en anaç çocukları. Onlar kimsesiz !!! Kendilerine ait bir odaları yok, bir evleri yok. Sadece ve sadece hayattan bekledikleri tek şey bir Umut. Yatarken ve sabah uyanırken istedikleri tek şey, umdukları tek şey bu.

Ve öyle düşünüyorum ki onların ne paranıza, ne pirzolanıza, nede lüks yaşama ihtiyaçları var. Onların istedikleri ve özledikleri hatta yaşamak istedikleri şevkat, sevgi , ilgi. Ve yine düşünüyorum ki insanlığın bu önem vermediği , hatta bir çoğunun değersiz olarak nitelendirdiği bu üç kavrama onlar o kadar muhtaç ki... Bunu onların gözlerinden , mimiklerinden anlayabilirsiniz.

Ne kadar yaşamayı sevsem de, insanları sevsem de. Bu kirli dünyaya çocuk getirmekten gerçekten soğudum. İnsanların hatta benimde ileride bunu başarabileceğime inanıyorum. "Koruyucu aile" veya "Evlatlık edinme" gibi kavramlar bana o kadar saf ve masum geliyor ki. Bence dünyadaki en büyük güzellikler bunlar sayılabilir. Bir insana hayat veriyorsunuz, onunla birden bire hayatınızı paylaşıyorsunuz. Sizin bir parçanız olması için illa spermle ya da organlarla dünyaya bir varlık getirmek gerekmiyormuş gibi. Dünyanın en mutlu insanının gözlerini gördükçe sizde mutlu olabilirsiniz. Ve tüm insanlığı bu konuya karşı duyarlı olmaya davet ediyorum. 

Ey insanları vefasızlığından, evlatların hayırsızlığından bıkmış hali vakti yerinde olan insanlar, insanlar nanakördür deyip kedi köpek beslemek yerine sizleri kimsesiz çocukların bakımını üstlenmeye davet ediyorum.

Oturduğunuz mahallede, sokakta başı okşanacak kaç yetim, kaç yoksul biliyor, tanıyorsunuz? Onlarla ilgili şimdiye kadar ne yaptınız? Ne yapmayı düşünüyorsunuz? Şimdi hep birlikte Hazreti Allah’ın bu ilahi görevi için bir şeyler yapmaya çalışalım.

Bize toplumun bir emaneti olan yetim ve kimsesiz çocuklar bizim cennetimiz olabilir. Peygambere komşu olmanın yolu yetim ve kimsesiz çocuklara sahip olmaktan geçiyor. O halde, kimsesiz çocuklar bizi kendimize getirmeli, sarsmalı ve hemen hiç vakit kaybetmeden harekete geçmeliyiz.

Sevgiye hasret, şefkate muhtaç olan kimsesiz çocuklara sahip çıkalım. Ağlamasıyla arşın titrediği kimsesizlerin dertlerini dindirelim.

Her şeyin var olduğu dünyamızda kocaman bir boşluğun içinde olan çocukların neler yaşadığını hiç düşündünüz mü? Daha bir aylık, iki, üç, beş aylık bebekler. Her şeyden habersiz onlar. Sosyal ve kültürel veya ekonomik. Nedeni ne olursa olsun, etrafımızdaki tiner çeken, dilendirilen, kapkaççılık, hırsızlık yapan çocuk veya gençlerin artması karşısındaki tedirginliğimiz yadsınmıyor. Bu rahatsızlığın azaltılması yönünde yapılacak çok şeyimiz olsa gerek. 

Devletin bu konudaki hassasiyeti kadar, toplumsal duyarlılığın olması da çok önemlidir. Çünkü bu sorun sadece bir kesimi ilgilendirmiyor. İç içe hepimizi doğrudan ta başından ilgilendiren bir konu. “Kimsesiz çocuklara” bir “sokak kedisi” gibi bakmadan algılamayı öğrenmek, ileride yeni sorunlar doğurmayacak, sokaklarımız ve bu çocuklar daha güvenilir olacaktır. Sokaklardaki bu kendi hallerinde yaşayan tiner çekerek kimini öldüren, kiminin parasını çalan bu sahipsiz çocukların, gençlerin düzenli bir aile ortamı hatta ailesi olduğunu söylemek mümkün değil. 

Durumun önemini kavramakta ne kadar gecikirsek, hem bu kesimin çoğalmasını sağlarız, hem de istenmedik olaylarla daha çok karşı karşıya kalırız. 

En çok da kimsesiz çocuklar yararına diye başlayan, defile, konser, kermes, yarışma, spor müsabakası yani her türlü faaliyete acıyarak ve gülerek bakıyorum. Onların ilanlarına bakıyorum gözlerim sulanarak. Tabiî ki sorunları var onların maddi anlamda. Ama onlara dilencilik babında yapılan hayır hasenat faaliyetleri bu toplumun vergi verdiği devletin sorunu olmalıdır önce. Toplum ise onlara sadece şefkat göstermelidir. Bakın bu şefkat eksikliği çocukta nasıl yaralara yol açıyor.

"Çok eskiden, genç bir kadın, kocasını ve küçük yaştaki oğlunu terk ederek ortalıktan kaybolmuş, bir daha da görünmemişti. Kocası bir müddet sonra yeniden evlenmiş, çocuk da üvey anne eline düşmüştü. Vakti geldiğinde çocuk okula başladı. Ama derslerinde hiç başarı gösteremiyordu. Yaşıtları arasında en başarısız oydu. Çocuk derslerini başaramadıkça baba ve üvey annesi tarafından aşağılanıyor, ara sıra da tartaklanıyordu.
Çocuk böyle aşağılandıkça daha başarısız oluyor, başarısız oldukça da aşağılanıyordu. 
Bu durumda işin içinden çıkması mümkün değildi. Adı bir defa aptala çıkmıştı. Sonuçta beklenen oldu. Baba çocuğu okuldan aldı, bir ustanın yanına çırak olarak verdi. Fakat çocuk bu çıraklığında da bir varlık gösteremedi.

Eli hiçbir ise yakışmıyordu. Tersine sakarlığı, kırıp dökücülüğü daha çok göze batıyordu. Ailesi tarafından olduğu kadar çevresi tarafından da itilip kakılıyordu. 

İşte bu ortamda bir gün bu çocuğa, yıllar önce kendini ortalıkta bırakıp kaçan annesi tarafından bir mektup ve birlikte bir paket gönderildi. Anne mektubunda, oğlunu çok özlediğini, hiçbir zaman aklından çıkarmadığını, kaderin kendisini öyle davranmaya ittiğini yazıyor ve bir çeşit özür diliyordu. Gönderdiği paketin içinden de bir keman çıkmıştı. Çocuk gerek mektup gerekse keman için çok sevinmişti. Annesi tarafından unutulmamış olması onu son derece mutlu etmişti.

Bu arada kemanı da çalmaya başladı. Kısa zamanda o kadar güzel keman çalmaya başladı ki herkes şaşırıp kaldı. Bu derece kabiliyetsiz, eli bir işe yakışmayan çocuk nasıl böylesine ustaca keman çalabilirdi? Başta baba ve üvey anne olmak üzere hemen herkes gelen kemanın sihirli olduğuna inanmaya başladı. Başka türlüsü akıllarına sığmıyordu. Çocuk da giderek keman çalmada daha da ustalaşıyor, adeta kemanı konuşturuyordu. Hemen herkeste bu işin nasıl olduğunu, gizini araştırıp öğrenmek hevesi uyandı. Yakındaki bir kentte yaşayan bir bilgeye, çocuğun öyküsünü anlatıp, onun nasıl da bilinen yeteneksizliğine rağmen kusursuz keman çalabildiğini, kemanda bir sır olup olmadığını sordular. Yaşlı bilge şu açıklamada bulundu:

"Kemanda sandığınız gibi bir sır yoktur. Çocuk da sanıldığı gibi doğuştan kabiliyetsiz değildir. Ama başlangıçta annesi tarafından unutulduğunu sanarak okulda ve iş yaşamında bir varlık gösterememiştir. Unutulmak çok kötü bir şeydir. Bütün kabiliyetleri körletir. Ama neden sonra çocuk annesi tarafından unutulmadığını, sevildiğini öğrenince var olan kabiliyetler yeşermiştir. Sizin etrafında bunca yorumlar, yakıştırmalar yaptığınız olay bu kadar basittir."

Görüldüğü gibi kimsesizlik insanı bitiriyor. Kimsesiz çocukların hayatta en çok istedikleri şey bir aileleri olmalıdır. Kimsesiz olmak onlara acı verir.Özelliklede diğer çocukları gördükçe. Koyu bir kahvenin karanlığı gibidir kimsesiz, öyle dipsiz ve belirsiz. Hep kendine düşmektir, hep kendi kendine ağlamak zamanın orta yerinde. Yalın ayak koşuşturmaktır şehrin tahammülsüz caddelerinde. Boyanmalara gerek olmadan çıkmaktır evinden. Saydam yaban bir ağrıdır aslında, boyuna içini kemiren. Süresiz bir iç karanlığıdır, asla yüzüne yansıtamadığın. Sözcüklere damlayan ıslak bir yalnızlık girdabıdır kimsesiz. Kimsesizdir o.

Bir şair bir şiirinde kimsesiz çocuk olarak topluma şöyle seslenir.

“Çocuğum, sen bu sokaklarda kendi haline büyürsün. Bense, seni gördükçe kendimden utanır, küçülürüm.”

Çocukta şöyle cevap verir;

“Ben sokakların kimliksiz çocuğuyum. Ben, bu sokakların görünmez yüzü. Yüzümde sefaletin eksilmeyen izi ve yüreğimde adını bile bilmediğim bir sızı. Ben, sorumsuz vicdanların utancıyım ve gönülsüz bakışların ucundaki sancıyım. Ben dünyayı sadece bu sokaklarda tanıdım. Sokaklar dışındaki bir yaşama yabancıyım.

Ben bu sokakların kimsesiz ve kimliksiz yurttaşıyım. Çocuklu ailelerin korkulu düşü, polisin, zabıtanın sevimsiz işi ve herkesin kurtulmak istediği, zararlı bir kişiyim ben. Herkes kurtulmak istiyor benden ya, ben herkesten çok istiyorum kurtulmayı da mümkün olmuyor.

Ben de sıcak bir yuva özlüyorum. Sıcak bir çorba, temiz giysiler, güzel ayakkabılar, rahat bir yatak. Kim özlemez. Yatağım kaldırımlardır benim. Bir taştır, başımı koyduğum yastık çoğunca. Gökyüzünü çekerim üzerime yorgan diye geceleri.

Yarenlik eden bana, kimi zaman ya bir sokak köpeğidir, ya bir sokak kedisi, ya da benim gibi bu sokaklardan kimliksiz birisi.

Yıldızlarla dostum sadece. Bir de gece parıldayan Ay’la. Sadece onlar gülümser bana, yüzümü onlar güldürür. Çoğu geceleri onların sıcaklığıyla ısınırım. Sanırlar ki, zevkten kokluyorum ben bu tineri.

Çıkaramadığım için kafamdan, Durmadan beni kemiren örümcekleri ve unutmam için. Yıllardır çektiğim katlanılmaz çileleri. Tutunacak ne bir dalım oldu bugüne dek, ne de özlem duymaya cesaret edebileceğim bir şey. Geri getirebilecek en küçük bir umut olsaydı yitirdiklerimi. Tutunurdum ve bırakmazdım yakaladığım umudun yakasını. 

Ama benim umudum kalmadı ki. Kaç umut eskittim bu sokak aralarında, bir bilseniz. Her umudun tükenişinde, halimi görseydiniz. Kimsenin benden umudu kalmamışken, ben nasıl umut beslerim, nasıl süslerim dünyamı, hayallerimle. Soğuğun en acısını benim ciğerlerim tanır. Bu sokaklar kaç ciğeri tüketti bugüne dek, kim bilir? Çocukluğu yaşamadan büyüdüm sokaklarda. Çocuk gibi görünsem de hiç çocuk olamadan. Ben çocuk oldumsa da, kimse benim çocuk olduğumun farkında olmadı. Daha doğrusu kimse benim farkımda bile olmadı ki, çocuk olduğumun farkında olsun.

Ben oyuncakları sadece çöplerde gördüm. Kırılmış, bozulmuş oyuncakları. Henüz kırılmamış olanlarını ise ben kırdım! Hayat beni nereye savurduysa ben oralara savruldum. Yazın kızgın güneşlerinde ve kış ayazlarında kavruldum. Kiminde, bu sokaklarda dilendirildim. Kiminde, cadde başlarında duran arabaların camını sildim. Kâğıt mendil sattım kiminde, üç kuruş ekmek parası için. Ama kazandığım her defasında dövülerek alındı elimden. Az kazandım diye bir de dayak yedim, horlandım. Bu yetmedi, hırsızlığa zorlandım.

Ben, karnımı doyurmaya bile kendim için çalmadım. Ama hırsız damgası yemekten kurtulamadım. Kurtulamadım kapkaççı, yankesici olmaktan. Sokaklarda en çok yaşayanımız yirmisindedir. Biçilen ömrümüz bu kadar bizim. Şimdi ben, ömrümün belki de yarısındayım. Bir o kadar daha yaşayabilir miyim bilemem. Zaten böyle yaşayacaksam, fazla yaşamak da istemem. Eğer soğuk, açlık ve sefalet öldürememişse hâlâ beni. Ya da bir çete kurşununa hedef olup da gitmemişsem, bir gün, ya bir bıçak darbesi ya da bir şişin göğsümü delmesiyle veda ederim.

Her gün, bir başka nedenle ölümün gelmesini beklerim. Sanırım tek kurtuluşum da bu. Bu yüzden tek umudumdur ölüm. Ya bir çöplükte bulurlar cansız bedenimi bir gün. Ya bir köprü altında, günler sonra. Kimse hatırlamaz zaten beni. Hiç kimse de duymaz öldüğümü. Zaten kaydım da yok ki nüfusta.

Bir yerlere ölüm kaydımı bile düşmezler bu yüzden. Bir gün, bir köşe başında kimliksiz yatan Bir çocuk cesedi görürseniz, o benim. Siz arkanızı dönüp gidin, alınmam. Ben alıştım terk edilmeye, görmezden gelinmeye Benim en mutlu günümdür o gün, üzülmeyin. Ardımdan, ölmüş de kurtulmuş deyin.
Ben zaten öyleyim.”

Şair sorar:
"Sen neden öylesin çocuk?"
Cevap veriri kimsesiz çocuk:

“Sayfa No? Yok Cilt No? Yok Hane No? Yok Ana Adı? Ben sokak çocuğum abi. Hani şu uçurması gökyüzünde asılı kalanlardanım. Bilyelerini rüyalarında unutanlardandanım. Ve oyuncaklarını masal kahramanlarına çaldıranlar var ya. O benim işte, o benim abi. Sahi, bir annem olmalıydı demi? Ben dudaklarımda sokakları besteliyorum oysa. Sahi abi, tadı nasıldı anne sütünün? Anneler nasıl okşar çocuklarını? Anne kokusu nasıldır kim bilir? Ana ha? Bir anne çizebilir misin benim için. Karanlığın kar soğuğu parmak uçlarına bir anne. Unutulmuş çocukların ürkek avuçlarına bir anne. Ve yanına beni ekler misin abi? Tıpkı sulu boya resimlerdeki gibi. Sımsıcak.

Sahi abi, senin gözlerini kesmiyor değil mi bir köprünün soğuk gergin ve karanlık bedeni? Sahi sen hiç seyrettin mi ay dedeyi bir köprünün altından? Üşüdün mü abi kayan yıldıza bakarken? Abi sen, abi sen. Boş ver! Gel boyat istersen ayakkabılarını. Ben, aha şu ayakkabıların bağcıklarından asılıyorum yaşama.

Gel boyat ayakkabılarını. Boyat da resim çıksın. Dostun, düşmanın tüm kaldırımlara. Sayfa No? Yok. Cilt No? Yok. Hane No? Yok. Yokların varlığında tam göbek bağından yakaladın mı hiç yalnızlığa.

Bir de bir de babam olmalıydı değil mi? Baba? Beni dövecek bir babam bile yok biliyor musun? Nasırlı ellerinde şefkat arayacağım bir insan. Kim bilir bayramlarda neler alır babalar çocuklarına? Unutmuşum!

Bayramlarınız vardı sizin değil mi? Arefeleriniz. Bayrama da temize çekilen dostluklar vardı sonra Oysa ben kırık dökük ıslıklar ısmarlıyorum oysa. Güneşe ve mehtaba. Yankısız bestelenmemiş ve bestelenmeyecek. Serseri ıslıklar. Bir babam olsa belki yeterdi. Çocuk olurdum eskisi gibi. Şımarırdım öylesine. Boşver abi, kimin neyine bayram. Kimin neyine hediye, baba kimin neyine abi? Sahi senin düşlerin vardır. Söylesene, görmediğin rüyanın düşünün kurar mısın?

Ahmet bir düş görmüş geçenlerde. Köprü altında tanıştık. Yorgun ve geç gelen bir gecede. Utanırken anlattı, anlatırken utandı. Bir ip bağlamış gökkuşağına. "Bak ana diyormuş uçurtmamı gördün mü?" Ya uçurtmanın gölgesinde bilye oynayan çocukları? Ahmet’in düşü işte.

Bana düşlerini kiralar mısın abi? Bedava boyarım ayakkabılarını. Bana düşlerini, düşlerini abi.

Boşver, boşver? Bak iyi parlayacak bu ayakkabılar. En parlak ayakkabılarınla yürüyeceksin yaşama.

Sen düşünme, sokaklar düşünsün beni. Gazete manşetleri, 3. sayfa haberler düşünsün. İsimsiz bir damla gözyaşı düşünsün. Sen beni düşünme, düşünme be abi. Nasıl olsa ben olmayan ayakkabılarımın sıcaklığıyla basıyorum tüm kaldırımlara. 

Olmasa anne babası da sokakların, sokak çocuğuyum işte, ben sokak çocuğuyum. Kazanılmadan kaybedilmiş bir geleceğin herhangi bir yerinde. Ben sokak çocuğuyum abi. Hani şu uçurtması gökyüzünde asılı kalan, bilyelerini rüyalarında unutan. Oyuncaklarını masal kahramanlarına çaldıran çocuklar var ya? İşte o benim.”

Hiç vicdanınızın sızısından kurtulmak için kimsesiz çocuklar yararına bir şey yaptınız mı. Peki sadece vicdanınızın sızısının dinmesi onların sızısını dindirdi mi?

Benim standardım şudur. Türkiye de ne zaman ki son kimsesizler mezarlığının kapısına bir daha açılmamak üzere kilit vurulmuştur. İşte o zaman kimsesiz çocukların dramı son bulmuştur. HAKSIZ MIYIM YANİ?
   
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol